Bir önceki duruşmada Özgül Emre'nin avukatı Ahues
savunmasında Özgül Emre'nin Alevi kimliğine vurgu yaparak Alevilerin katliam ve
direniş dolu tarihini anlattı. Özgül Emre'nin bu gelenekten beslenen,
yüzyıllardır baskı ve zulüm görmüş ancak her daim direnmeyi seçmiş bir halkın
evladı olduğunu, bu meşrulukla direndiğini ve devrimcilik yaptığını belirtti.
Bu duruşmada savunmasının ikinci bölümüne şu şekilde
başladı; 'Tarihsel konularla giriş yaptık. Şimdi ise güncel davaya gelelim.
7 ve 8 Aralık 2023 tarihleri arasında Berlin mahkemesinde
yapılan bir sempozyumda eski Yargıtay hakimi Prof. Dr. Eschebach ceza
hukukundaki sorunlara dikkat çekti. Bunlardan birisi ise bilişsel uyumsuzluk
olduğunu söyledi. Bunun ceza hukukunda büyük bir sorun olduğunu söyledi. Bu
insani bir davranıştır çünkü her insan kendi tecrübelerine, bilgisine,
duygularına dayanarak başka insanlar hakkında yargıya varır. Ancak bu yargı
güçlü bir şekilde oluştuğunda, bu yargıya ters olan her türlü düşünce, her
türlü bilgi reddedilir. Yani gerçeklere rağmen kendi doğrumuzda ısrar ederiz.
İşte bu bilişsel uyumsuzluk Almanya yargıçlarında yaygın bir sorun ve adalete
yönelik bir tehdit oluşturuyor. Prof. Dr. Eschebach yaygın yargıç pratiğinde
var olan bir yabancılaştırma unsuru olduğunu söyledi.
Sanıklar hakkında hazırlanan dosyaları inceleyen yargıçlar,
henüz mahkeme başlamadan önce bir yargıya varırlar. Bu algısal bozulma da bir
temel beklentiye götürür. Bu da sistemin içindeki ön yargıyı oluşturur. Bu
özellikle yıllarca aynı tarz davalarda hakemlik yapmış yargıçlarda yaygındır.
Bizim dava gibi önemli politik davalar artık sadece önceden titizlikle
hazırlanmış dosyaya yasal kılıf uydurup cezayı nasıl onaylarız çabasından
ibarettir.
Bu dava boyunca tanık olarak getirilen federal polisler
burada kendi izlenimlerini, gözlemlerini değil, üçüncü kişiler tarafından
hazırlanan dosyalar hakkındaki yorumlarını anlattılar.
Başka bir sorun ise dijital delillerle ilgilidir. Buna çoğu
kez dikkat çekmeye çalıştık. Delillerin sözde orjinalleri ve BKA'nın elindeki
kopyalar arasındaki fark tespit edilemiyor. Bu somut bir gerçektir. Aslında
bundan dolayı savunmamı burada sonlandırabilirim. Çünkü bizim dilekçelerimize
verilen cevaplarda bahsı geçen delil değerlendirmesi değil bizim sorunumuz,
sözde delilin kendisi sorunludur.
BKA polisi Seifner buraya tanık olarak geldi, ancak davayla
ilgili tek bir şeye tanıklık yapamıyor. Sadece başkaları tarafından hazırlanan
bir dosya hakkında konuşabiliyor. Bu tanıklık değildir.
Oysa tanık delili ceza hukukunun en önemli delilidir. Ceza
muhakemesi hukukuna göre dolayısızlık ilkesi, yani mahkemenin delilleri
kendisinin toplama zorunluluğu, başka bir yöntemle vekil edilemez.
Tanık ifadesi tanığın kendi algısıyla sınırlıdır. Başka bir
fikir, çözüm önerisi, değer yargısı veya salt dosya değerlendirmesi buna dahil
edilemez. Ancak bu şekilde yorumdan cezaya giden yolu kapatabiliriz.
-Dijital delillerle ilgili birçok dilekçede bulunduk.
Orjinallerin tespit edilemediğini, bundan dolayı kopyaların şüpheli olduğuna,
üzerinde oynanıp oynanmadığını tespit edemediğimizi söyledik. Mahkeme buna
cevap verdi ve dedi ki 'İlkelerin göz ardı edilip edilmediğine, böyle ilkelerin
olup olmadığına ve bu davadaki bağlayıcı etkisine yönelik işaretlere
rastlanmadı.'
-Telekomünikasyon denetim kurallarıyla ilgili dilekçemize
mahkeme şöyle cevap verdi; 'Savunmanın dilekçede kullandığı hukuki görüşü
yanlıştır. Bu yasalar sadece canlı yapılan denetimler için geçerlidir.' Buna
çok basit bir cevap verelim; bu kesinlikle yanlış bir bilgidir. Bu konuda
sayısız mahkeme kararı var ve her biri bu kuralların, geçmişte yapılmış
telekomünikasyonun da denetlenmesinde geçerli olduğunu söylüyor.
-Gelelim kanıtların serbestçe değerlendirme kuralına.
Mahkeme heyeti bu kurala sıkça başvurdu. Oysa bu kuralın da sınırları vardır.
Bu kurallar 1- bilimsel bulgular ve 2- temel insan mantığı. Mahkeme heyeti bu
sınırları çiğnemiştir, çünkü sözde dijital delilleri bilimsel gerçekleri göz
ardı ederek ve mantık dışı değerlendirmiştir. Konuyla ilgili gerek Anayasa Mahkemesinin
gerek Avrupa Yüksek Mahkemesinin bütün kararları es geçildi.
Çok zor değil. BSİ (Federal Siber Güvenlik Bakanlığı) bu
konuyla ilgili 2005 yılında dijitallerin elde edilmesiyle ilgili yöntemleri
belirtmiştir. Bu yöntem de şöyle KORUMA ALTINA ALMAK-DEĞERLENDİRMEK-SUNMAK.
Koruma altına alma kısmı ise önceden hazırlanmalı ve sonuçları daha sonra
mahkeme huzurunda sunulmalı. Bu davada ise bu hiçbir zaman yapılmadı.
Dijitaller üzerinde çalışanlar şapkadan tavşan çıkaran
sihirbaz muamelesi gördüler. O tavşanın nereden geldiği hiçbir zaman
sorgulanmadı. Oysa dijitaller ceza hukukunda giderek artan bir öneme sahiptir.
O yüzden bu kurallar belirlendi. Ancak bu kuralların hiçbirine uyulmadı.
Dedik ki manipülasyonun ihtimali bile güvenirliği tartışır
hale getirir. Örneğin ev baskınlarında birçok dijital veri taşıyıcısı ele
geçirilir. Cep telefonları, bilgisayarlar vs. Bu ele geçirme esnasında dijitallerin
değerlendirmesi ve yasadışı keşif arasındaki çizgiler bulanıktır. Ele geçirilen
dijitallerin manipüle edilmesi ihtimaldir. O yüzden savunma manipüle
edilmediklerine dair mahkemeye dayanıklı deliller talep ediyor. Ancak bu davada
bu hiçbir zaman yapılmadı.
Dijital deliller eksiksiz ve kesintisiz olmalıdır. Az önce
bahsettiğim bütün aşamalar şeffaf olmalıdır, hash değerinden blok zincirine
kadar her şey incelenebilir olmalıdır. Üzerinde oynama ihtimali her zaman göz
önünde bulundurulmalıdır. Bilirkişiler getirilip dijitaller incelenmelidir. Tüm
bunlar yapıldıktan sonra evet mahkeme heyeti kendi değerlendirmesini BSİ
kurallarına uygun şekilde tamamlayabilir.
Sona geliyorum; Hollanda süreci için müvekkilim hakkında
ileri sürülen örgüt üyeliği kanıtlanamamıştır. Delil yetersizliğinden dolayı
dosyadan silinmesini talep ediyorum.
2004-2014 arasında tespit edemedik, ancak devam ettiğini
biliyoruz dedi savcılık. Bu iddia da kanıtlanamadı.
Özgül Emre'nin bir gazetenin internet sitesinde sorumlu
olarak gösterilmesi burada kanıt olarak kullanılacaksa, buna itiraz ediyoruz.
Savcılık da bilir ki basın yasasına göre her basın kuruluşu bir sorumlu göstermek
zorundadır. Ancak savcılığın burada çizmeye çalıştığı örgüt profiline
inanırsak, internet sayfalarında basın sorumlusu olarak gösterilen bir kişinin
bu örgütte yüksek seviyeli kadro olması mümkün değildir. Bu çok soyut bir
yorumdur.
2004-2014 yılları arasında örgütten çıktığına dair bilgi yok
diyorsunuz, ben de örgüte hiç girmedi diyorum. 2004 yılında iddia edilen yüksek
kadro olduğu burada kanıtlanamadı.
Ayrıca burada tek bir tanık yoktu. Hiç kimse dijitallerin
nasıl bu mahkemeye ulaştığını bilmiyor. Orijinaller ve kopyalar arasında bir
bağ kuramıyoruz. Ancak bunu kanıtlama zorunluluğu savunmada değil, kolluk
kuvvetlerindedir. Kanıtlayamadılar.
Savunmamda söylediklerime ve şüpheden sanık yararlanır
ilkesine dayanarak müvekkilimin beraatını talep ediyorum.'
Avukat Ahues'un yaptığı savunmadan sonra mahkeme heyeti
mahkemeye ara verdi.
Arada ise Özgül Emre mahkemeye katılanlara seslendi. Zafer
işareti göstererek 'Yunanistan'da tutuklu olan özgür tutsaklara özgürlük
istiyorum. Bu mahkemelerin kararlarını tanımıyoruz. Katillere ceza istiyoruz.
Filistin halkını katleden Netanyahu için, Tayyip Erdoğan için, Naziler için bir
ceza istiyoruz. Ama biliyoruz ki bu cezayı bu düzen vermeyecektir.
Ama bizler Nürnberg mahkemelerinde nasıl yargıladıysak
faşistleri, bugün de bizler Marksist-Leninistler yargılayacağız faşistleri.
Haklıyız Kazanacağız!' dedi.
Verilen aradan sonra Serkan Küpeli'nin avukatı Anna Busl
savunmasına başladı.
'Meslektaşlarım burada birçok şeyi söylediler. Bunların
hepsine katılıyorum. Ben savunmamda federal savcılığın mütalaasına cevap
vereceğim. Kısacası çok basittir aslında. Bu 129b davasında polis durumu tespit
etmiş. Geriye cezanın belirlenmesi kaldı. Durumu böyle tarif edebiliriz. Yalnız
savunma durumu böyle görmüyor ve görülmesine de karşı çıkıyor.
Bu mahkemenin temelini 129b yasası oluşturuyor. Bu yasa
genel anlamda problemli bir yasadır. Sadece burada tutuklu bulunan
müvekkillerimiz ve geçmişte bu yasanın mağduru olmuş insanlar için değil.
Hayır, bu yasa bütün bir toplumu ilgilendiren bir yasadır.
Bu yasa masumiyet karinesini hiçe sayan bir yasadır. Ayrıca
bu yasanın uygulanmasına şart koşulan dava açma yetkisi federal adalet
bakanlığı tarafından verilmelidir. Bu dava açma yetkisi sadece bağımsız yargıya
bir saldırı değildir, yürütmenin yargıya müdahalesi olarak burada çoğu kez
bahsedilen yasa devletine aykırıdır.
Savcı Setton bu itirazlarımıza gülünç ve folklorik diyerek
elinin tersiyle itiyor ve bu görevine layık olmayan bir davranıştır.
Bu dava açma yetkisinin içeriğine ulaşamıyoruz. İnceleme hakkımız
yoktur. Mahkeme de bunu inceleyemiyor. Neden? Oysa yürütmenin her kararı
denetime açık ve şeffaf olmalıdır. Peki yürütmenin bu kararı neden
denetlenemiyor? Bu konuda neden açıklık yoktur?
Yürütmenin, yani mevcut hükümetin verdiği bu dava açma yetkisi
zaten kendi içinde bir ön yargılamadır. Buna itiraz etme şansımız ise yoktur.
Savcı diyor ki direnme hakkı; Direnişin ancak eski toplumu
geri getirmeye yönelik olduğunda geçerlidir. Bunu sayısız mahkeme kararları
yalanlıyor. Çünkü direnme hakkı direnişin ne için olduğuna değil, neye karşı
olduğuna yöneliktir. O yüzden direnişçinin ne istediği değil, neye karşı
direndiği önemlidir.
129b yasası somut bir suçu veya tehlikeyi cezalandırmak için
değildir. Tam tersi soyut ve sürekli bir tehditte karşıdır. Hiçbir somut suça
ihtiyaç yoktur. Farklı bir deyimle; 129b yasası olmasaydı, Serkan Küpeli bugün
burada değil, evinde oturur olacaktı.
Küpeli bu mahkeme boyunca açıklamalarda bulundu. Kendi
kişisel geçmişini anlattı. Nasıl politikleştiğini, bu süreçte akrabalarının,
özellikle amcasının üzerinde büyük etkisi olduğunu anlattı. Tutuklanmadan önce
hem öğrenciydi hem de çalışıyordu. Ne yapmış müvekkilim?
Elbette suçlamalara da değindi müvekkilim. Birçok suçlama
hakkında 'evet, ben bunları yaptım' dedi. Mahkeme heyeti bunun için 'zaten açık
olan şeyleri kabul ediyor' dedi. Ancak zaten onun dışında suçlama da yok ki.
Nedir suçlama? Dernek faaliyeti, konserler, uyuşturucu ve sosyalizm konulu
eğitim çalışmaları, yürüyüşler, gazete dağıtımı, tatil kampları. Müvekkilim
bunları ne burada ne de hayata geçirdiği zaman gizlemedi ki. O yüzden kolluk
güçleri Google'de bir tıkla tespit edebildiler bunları. Çünkü gizli saklı
değildi. Müvekkilimin sonuna kadar savunduğu şeyler bunlar.
Biz savunma olarak direnme hakkına dayanarak, örgüt
üyeliğinin kanıtlanmadığından dolayı, müvekkilin ailevi durumundan kaynaklı,
2,5 senedir içinde bulunduğu ağır tecrit koşullarından dolayı ve sözde son
faaliyet tarihi olarak kabul edilen günden tam 6 sene sonra açılan davanın gecikmişliğinden
dolayı müvekkilimizin beraatini talep ediyoruz.
Şayet mahkeme ceza vermekte ısrar edecekse, müvekkilimizin
ailevi durumu ve yaşadığı ağır tecrit koşulları göz önünde bulundurularak
tutukluluğunun derhal kaldırılmasını ve tek bir gün daha cezaevinde kalmamasını
talep ediyoruz.
Sonuç olarak şu soruyu sorarak bitirmek istiyoruz; Asıl
tehlike kimden geliyor? Faşist, adaletsiz bir devlet olan, sokak ortasında
insan katleden, tutsaklara sistematik işkence uygulayan Türkiye Cumhuriyeti mi
tehlikelidir, yoksa müvekkilimiz mi tehlikelidir?
Anna Busl'un yaptığı savunmadan sonra duruşmaya son verildi.
Duruşma salonu boşaltılırken Özgül Emre zafer işareti göstererek gelen herkesi
selamladı, faşizme karşı mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı.
Bir sonraki duruşma 4 Kasım Pazartesi, saat 11'de olacaktır.
Tüm halkımızı duruşmalara katılmaya, emperyalizmi tutsaklarımızla birlikte
yargılamaya çağırıyoruz!
Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur!
Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli Serbest
Bırakılsın!
Devrimcilik Yapmak Suç Değil Görevdir!
Faşist 129ab Yasaları Kaldırılsın!